Konu çevre kirliliği ve iklim değişikliği olunca metropol hayatında her gün karşılaştığımız rutin manzaralar yeterli veri ve ipucu sunsa da, kırsal yaşamda, doğal hayatın dokusunda, renklerinde meydana gelen küçük farklılıklar bile geleceğe yönelik kaygıları ürkütücü bir felaket senaryosuna dönüştürebiliyor.

Bir bilim insanını, bir çevre bilimciyi, bir aktivisti bir ekolojisti ya da çevre dostu bir kentli yurttaşı derin düşüncelere daldıracak ne çok renk değişikliği var dünyamızda. Bu kötümser tabloyu yaratan insanoğlundan iyimser bir gelecek senaryosu yazmasını beklemek ne kadar doğru?  Umut ve iyimserlik insan doğasının tek ilacı. Korku ve kaygı ise karşıt duygular.

Biyolojik, kimyasal ve fiziki kirlilik artık yerküremizin dokunulabilir sınırlarını çoktan aşmış durumda. Karbondioksit ya da bilimsel adıyla CO2 iklim değişikliğinin günah keçisi haline gelse de, gökkubbeye salınan her milimetreküp karbonun salımında insanoğlunun payı tartışılamaz. Modern çağlar öncesinde yani henüz fosil yakıtların gün yüzüne çıkarılıp kullanılmadığı zamanlarda karbondioksit dünya ile barışık haldeydi. Biz solunum sırasında nasıl oksijen alıp karbondioksit veriyorsak, bitkiler de fotosentez yoluyla karbondioksit alıp gökyüzüne oksijen salarak atmosferimizin temizlik işçisi gibi çalışıyorlar ve canlı hayatın devamını sağlıyorlar.

Üzücüdür ki; son 100 yıldır birçok karmaşık nedenle fotosentez artık havamızı temiz tutmaya yetmiyor. Atmosfere her gün salınan CO2 miktarı rakamların bile sınırlarını zorluyor. Eğer atmosfere bırakılan karbondioksit miktarının geçen 2 milyon yılın en yüksek seviyesinde olduğunu söylersek, atmosferin insanoğlundan ne çok temiz hava alacağı olduğu anlaşılabilir.

Atmosferimiz ve katmanları troposferimizle, stratosferimizle, litosferimizle, dağlarımızla, ovalarımızla, denizlerimizle, ırmaklarımızla, derelerimizle, yeryüzü topografyasının en güzel deseni olan göllerimizle, kuzey ve güney kutuplarımızla ve topyekun 7 kıtamızla yaşamın yeşerdiği tek evrene 100 yıldan az ve 50 yıldan biraz daha çok zamanda neler ettiğimizin farkında mı acaba dünyamız ya da insanoğlu ne kadar farkında…

DÜNYANIN YAŞI 4.5 MİLYAR, KİRLENMENİN YAŞI YÜZ YIL

Dünyamızın yaşı 4.5 milyar yıl, kirlenmenin yaşı ise 100 yıl bile değil. Denizlerin en dibine kadar indik, en uzak buzulları keşfettik, en yüksek dağ zirvelerine çıktık, ormanları yakıp yıktık, hayvanlar alemine kendi gezegenlerini dar ettik, yerkürenin nerdeyse mağmasına kadar toprağı kazdık. Dünyanın sadece üstünü değil altını da oyduk, petrol, kömür ve doğal gaz adına. Fosilleri yaktıkça atmosferimizi bir ateş küreye, içi kimi zaman alev alev yanan cam bir fanusa dönüştürdük. Adına da sera etkisi dedik. Yaşamın her yanı sera etkisi çevrili artık.

DÜNYANIN ÖFKESİ NASIL

Dünyamız hem kendi hem de güneşin etrafındaki sessiz ve sonsuz yolculuğuna devam etse de üzerine ikamet etmiş olan canlı hayata ve insanoğluna iklimdeki sarsıcı ve keskin dönüşümler nedeniyle öfkesini kendi diliyle hatırlatmayı ve hissettirmeyi de sürdürüyor.

İnsanoğlu, canlı hayat, hayvanlar alemi ve ormanlar başta olmak üzere tüm bitki türleri de bu öfkenin yarattığı, tsunamiler, fırtınalar kasırgalar, seller, taşkınlar, depremler ve kavurucu sıcakların ateşi karşısında yaşama savaşı veriyor.

BİREYSEL ÖZEN VE ÇABALAR NE KADAR ETKİLİ

Kirlilik ya da küresel kirlenme artık tek tek bireylerin davranışlarıyla geri alınamayacak bir noktaya geldi maalesef. Bir piknik alanı ya da mesire yerinde arta kalan ve gözlerimizi rahatsız eden kirlilik ve çöp manzaraları o kadar masum kalıyor ki, büyük resmin yanında. Küçük bir kolektif çabayla bile bu kirlilik görüntüsünü geri çevirmek kolay olsa da bireylerin ellerinden düşen veya çöp niyetine bırakılan bir objenin kümülatif toplamı nerdeyse çöpten bir yeni kıta oluşturacak büyüklüğe ulaşmış durumda.

Çöp dağları kimyasal, nükleer ve biyolojik kirliliğin yanında gölgede kalsa da çöp sorunu insanoğlunun ve modern yaşamın önündeki en büyük sorunlardan biri. Geri dönüşüm ne kadar masum ve mütevazi bir çözüm görünüyor bu çöp dağlarının korku veren boyutu karşısında.

Bir otomobilin egzosundan çıkan dumanların ya da bir yolcu uçağının motorlarından salınan gazların yanında masum gibi görünen çöp birikintilerine nasıl bakmalı? Tüketim çılgınlığıyla zirveden zirveye koşan endüstri kollarının atmosfere, denizlere, ekilebilir alanlara verdiği geri dönülmez zararı nasıl hesaplamalı? Yer kürenin nerdeyse doğal dokusunu bozan ve canlılar alemini kendi doğal habitatında yaşayamaz hale getiren önü alınamaz şehirleşme modeline, nüfus artışının astronomik hızına ne demeli? İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlı ve atmosfer bir tane.

YÜRÜME BANDINDA HIZLI KOŞUDA GİBİYİZ

Göçmen kuşları yolunu bile bulmaktan alıkoyan, kutup ayılarının yaşam döngüsünü altüst eden, okyanuslar arasındaki sıcak, soğuk su akımlarının mükemmel yolculuğunu bile tersine çeviren, yüksek dağların zirvelerini süsleyen beyaz kar örtüsünü eriten, aysbergleri, buzulları birbirinden ayırıp daha hızlı çözülmeye mecbur bırakan, besin zincirinin organik yolculuğunun genetik kodlarını değiştiren insanoğlu nereye koşuyor. Bir yürüme bandında sürekli hızını artırsa da asla bir milimetre bile ileri gidemeyen uzun ve yorucu bir koşuda gibiyiz belki de.

Irmakların, nehirlerin, derelerin, çayların yüksek dağlardan süzülerek gelen suları denizlere taşıdığı, tertemiz kar sularıyla beslenen derelerin coşkuyla ve heybetle aktığı zamanlar ne kadar geride kaldı. Balıkların mikron düzeyinde bile kimyasal içermeyen köy, kasaba derelerinde mutluluktan uçarak yüzdükleri tarihler artık hatırlanamayacak kadar uzaklarda. Kar sularıyla beslenen bol mineralli, her bir yudumunun şifa gibi geldiği ve kana kana içtiğimiz kaynak suları birer birer yok olup gidiyor.

İçme suyu olarak mahkum olduğumuz plastik şişe aslında bir kimyasal elementler toplamı ve her bir dokusu doğal hayatı ve canlı hücreyi yavaş yavaş yok etme potansiyeline sahip. Kaynak suyu da bir kimya, H2O ve içinde sayısız yararlı element, mineral var ve hepsi organik yaşamın mucizesi. Kimyamızın bozulması ne kadar doğal, organik kimya ile inorganik kimyanın çatışmasının tam orta yerinde gibiyiz.

BÜYÜK RESİM ÜRKÜTÜCÜ

Büyük resim çok ürpertici olsa da tüm küçük resimlerin toplamı aslında. Yüksek dağlara değil, rüzgarların sert estiği yaylalara değil, verimli yemyeşil ovalara bile mevsiminde karların yağdığı, meyvelerin, sebzelerin kendi mevsimlerinde çiçek açtığı, elmanın, domatesin kendi mevsimlerinin kokularını dokularına ördüğü cennet bahçeleri nerde artık. Belli ki o kokuların, lezzetletin sırrı artık kütüphanelerin raflarında tozlanmış öykü kitaplarındaki sözcüklerde kaldı.

Dost yağmurların sularıyla beslenen ve toprağı sadece toprak kokan, üzerinde kırlangıçların, saksağanların, bıldırcın kuşlarının uçuştuğu, sayısız canlı türünün protein ve zengin besin kaynağı olduğu uçsuz bucaksız bereketli tarlaların ise özü gitti yüzü kaldı. Buğday başakları sayısız işlemden geçip sofralarımıza ekmek olarak geldiğinde resim olarak ne kadar mükemmel duruyor. Organik deyiminin henüz bilinmediği zamanlarda akşam sofrasındaki saf ve doğal malzemeli sebze yemeklerine, binbir çiçekli bal ve kaymakla süslenen kahvaltı masalarına katıklık eden ekmeğin kokusu ve tadı ne kadar geçmişe ait bir anı oldu.

AYAK İZİNİZİ KİM SAYIYOR

Eski zamanlarda karlı yollara bıraktığımız ayak izlerine, evlerimize açılan çamurlu yollara damgasını vuran adımlara, yeşil ve ıslak çayırlarda koşarken geride kalan adımların izine bakardık. Şimdi ise saman alevi gibi yanıp sönen bir hayatın içinden geçip gidiyoruz bir anlamda. Ve şimdi ayak izlerimiz görünmüyor karlı yollarda. Ayak izlerimizi şimdi hiç tanımadığımız, görmediğimiz birileri izliyor ve sayısını hesaplıyor.

Adına da karbon ayak izi diyorlar. Karda yürüyüp iz bırakmamak bir maharet sayılırdı. Artık her adımımızın, aldığımız verdiğimiz her nefesin, yediğimiz içtiğimiz her şeyin, giydiğimiz her giysinin, saçımızdaki boyanın renginin, evdeki her eylemin, yolda geçen her zamanın, kısaca yaptığımız ve yapmadığımız her şeyin yerkürenin bir yerinde artık başka türlü izi kalıyor.

Ayakkabınızı kaç günde bir boyatıyorsunuz, saçınızın rengiyle ne kadar süre barışık kalıyorsunuz, üzerinizdeki giysileri ne sıklıkta yıkıyorsunuz, mutfağınızda bulaşık makinenizin sesi ne aralıklarla duyuluyor, doğal gazı, elektriği kullanırken çevrenize bakıyor musunuz, bu hafta sonu arabayla, ya da uçakla küçük bir tatil kaçamağı yapmalıyım diyor musunuz, sıcakta ya da soğukta klimayı çalıştırmaktan başka bir şey aklınıza geliyor mu? Sorular sonsuz olsa da yanıtları ayak izimizi belirliyor. Benim bir ayak izimin koskaca dünya üzerinde ne etkisi olabilir diye sorabilirsiniz tabi ki.

TANIDIK DAĞLARA TIRMANMAK, TANIDIK GÜNEŞ ALTINDA ISINMAK

Tanıdık iklimlerde yaşamak, tanıdık dağlara tırmanmak, tanıdık ovalarda koşmak, bildiğimiz denizlerde yüzmek, tanıdık kuşların sesiyle neşelenmek, yüzyıllardır yaşam yolculuğumuzda hep yanımızda, yakınımızda olan tanıdık canlılar ve hayvanlar alemiyle aynı evreni paylaşmak, tanıdık sebze ve meyvelerle beslenmek, tanıdık ırmak boylarında yürümek, tanıdık yağmurların altında ıslanmak, tanıdık rüzgarlara karşı yelken açmak ve tanıdık göklere kafayı çevirmek, gece karanlıklarında tanıdık yıldızlarla göz göze gelmek ve bizim güneşimizle aydınlanmak ve ısınmak ve ayın ışıltısıyla ruhlarımıza renk katmak.

BİR YILDA 940 MİLYON KİLOMETRE YOL ALIYORUZ

Ne çok hayalimiz var, gerçekler ise hayallerimizi gölgede bırakacak kadar aman vermez. Evren ne kadar sonsuz, dünyamız aydan bakıldığında ne kadar masmavi ve yemyeşil. Biz ise bu sonsuz uzayda dünyamıza birlikte kendi etrafımızdaki dönüşle bir günde 40 bin kilometre yol alıyoruz. Güneşin etrafındaki yolculuğumuz ise daha hızlı saatte 107 bin kilometrenin üzerinde. Bir yılda tam 940 milyon kilometre yol katediyoruz güneşin çevresinde, farkında mıyız bu hızın? Bazen bir gün bile ne kadar zor geçiyor, bazen de hayatlarımızın, yıllarımızın ne büyük bir hızla akıp gittiğini çok geç olsa da fark ediyoruz. Hayatın gerçek hızı, dünyanın hızından daha mı fazla acaba. Bunu anlamak için dünyanın 4.5 milyar yılda bize sundukları ile bizim ondan 100 yıldan daha az zamanda aldıklarımızı bir daha düşünme zamanı.

Doğrudan veya dolaylı ayak izinizi takip etme sırası şimdi hepimizde.

*Necmi Çelik, Yeşil Haber İş ve İçerik Geliştirme Direktörü olarak görev yapmaktadır.

Bir Cevap Bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.