Atık sözü geçtiğinde çoğunluğumuzun gözünde istenmeyen, çevre için zarar oluşturan kullanılmış ürünler canlanıyor. On binlerce ton plastiğin boşaltıldığı, Kuzey Pasifik’teki Plastik Adası, “Great Pacific Garbage Patch” ya da evlerimizin önündeki kutuya değerini tümüyle kaybettiğini düşündüğümüz için attığımız bir poşet dolusu çöp.
Peki atığı aslında ne kadar tanıyoruz? Kullanımdışı kalan ürünlerden oluşan kümeden neler yapabileceğimize ve daha da önemlisi nasıl azaltacağımıza dair ne kadar fikrimiz var?
Her konuda olduğu gibi bu konuda da öncelikle bilgi sahibi olmamız -yani atığı ve değerlendirme yöntemlerini tanımamız- çevresel ve toplumsal olarak en uygun yöntemi bulma konusunda fikir sahibi olmamız gerekiyor.
BEŞ BASAMAKTA ATIKTAN DEĞER YARATILMASI
Atığın en zararsızı elbette henüz oluşmamış olanı. Atık yönetim metodolojisinde ilk adım atığın önlenmesi yani kaynağında azaltım. Atığı tanımak, ölçmek, oluşma nedenlerini anlamak ve oluşana dair değerlendirme yöntemlerini tespit etmek en temel dört gereksinim.
İkinci adımdaki tekrar kullanım ise bir ürünün bir sefer kullanımı sonrası atığa dönüşmesi yerine kendi formunda birden fazla sefer kullanılması. Satın alınan bir bardak kahvenin karton bardak yerine çok sefer kullanıma uygun bir termos ile taşınması ya da birkaç defa giyilmiş fakat hoşlanılmayan bir pantolonun ikinci el olarak satılması hayatın içerisinden basit örneklerden ikisi.
Üçüncü adım ise satIn alma veya üretim amacı dışında kalan ürünün yine farklı bir ürün yaratılmasında kullanılması, geri dönüşüm. Bir şişe sodanın tüketimi sonrası cam ambalajının, hammadde olarak farklı bir cam şişe üretiminde kullanılması bu adıma dair bir örnek olabilir.
Geri dönüşümün hemen altında ise atığın fiziksel ve kimyasal reaksiyonlara tabi tutulması, geri kazanım, var. Pek çoğumuzun işittiği fakat pek de bilgi sahibi olmadığı biyokütle enerjisi yani biyobozunur atıklardan enerji üretilmesi en temel geri kazanım yöntemlerinden birisi.
Beşinci ve son adım ise bertaraf. Herhangi bir şekilde değerlendirilemeyen atıkların toprağa gömülmesi ile gerçekeştirilen düzenli depolama, yani uzaklaştırma işlemi. Ülkemizde, özellikle maliyet avantajı dolayısıyla, çevresel etkisi diğer yöntemlere göre yüksek olsa da, katı atıklar için en fazla uygulanan yöntemlerin başında geliyor.
BERTARAFTAN GERİ KAZANIMA GEÇİŞ
2018 TÜİK Atık Bertaraf ve Geri Kazanım verilerine göre metal, plastik, kağıt vb atıkların geri dönüşümünü yapan tesisleri -belli ambalaj atıklarını yeni ambalaj üretiminde kullananlar- hariç tutulduğunda, 2018 yılında ülkemizde oluşan 58 milyon ton atığın 56 milyon tonu düzenli depolama ile bertaraf edildi. İki yıl öncesinde 2016 yılında, benzer kapsamda oluşan 45 milyon ton atığın yaklaşık 44 milyon tonu yine düzenli depolama tesislerinde bertaraf edilmişti.
Peki hem çevresel etkiyi azaltarak, hem de atıkları enerji üretim kaynağı olarak değerlendirerek son basamaktaki bertaraftan, geri kazanıma nasıl çıkabilir? Ne gibi geri kazanım metodları ile enerji üretilebilir? Bu soruların cevapları için geri kazanım yöntemlerine ve ülkemizin bu yöntemler için önceliklerine dair biraz daha detaya inmek gerekiyor.
ENERJİ GERİ KAZANIMINDA ÜÇ ANA YÖNTEM
Enerji geri kazanımı için birçok yöntem mevcut. Kalorifik değeri yüksek atıkların fiziksel küçültme başta farklı oran ve miktarlarda ön işleme tabi tutulması sonrası oluşan karışımlar atıktan türetilmiş yakıt (ATY) olarak enerji geri kazanım yöntemlerinden birisi. En yaygın ATY örneklerinin başında biyodizel ve pelet yakıt geliyor. Diğer taraftan, termokimyasal veya biyokimyasal yöntemlerle, bitkisel ve hayvansal kaynaklı maddelerden (biyokütle) üretilen elektrik ve ısı enerjisi -biyokütle enerjisi- en yaygın iki ana yöntem.
Termo kimyasal yöntemler için de birden fazla alternatif mevcut. En eski ve yaygın yöntem olan doğrudan yakma, yüksek sıcaklık ve basınca maruz kalan biyokütlelerin fırınlarda yakılması anlamına geliyor. Bu yakma işlemi sonrası oluşan gaz karışımı sayesinde türbinlere hareket enerjisi katılmakta ve hareket enerjisi elektrik enerjisi üretilmektedir. Biyokütlenin doğrudan yakılması sonrası geriye, tepkimeye girmeyen, inert maddeler kalmakta ve yalnızca geriye kalan bu inert maddelerin de bertarafı sağlanmaktadır.
Çevresel açıdan daha elverişli olan biyokimyasal yöntemlerin ise en yaygın olanı anaerobik çürütme (biyogaz) yani atığın mikroorganizmalar tarafından oksijensiz ortamda çürütülmesidir. Ambalajlı ürünlerden oluşan atıklar, belli makineler yardımıyla ambalajlarından ayrılıp organik kısmı çürüme sürecine başlarken, ambalajlar ise türüne göre farklı geri dönüşüm yöntemleriyle değerlendiriliyor. Ambalajsız ürünler ise herhangi bir mekanik işlem görmeden doğrudan sürece katılıyor.
Organik ürünlere dair bu çürütme sırasında açığa çıkan, karbondioksit ve özellikle kalorifik değeri yüksek metan ağırlıklı gaz (biyogaz), yoğunluğu dolayısıyla türbinleri döndürerek elektrik enerjisi üretimini sağlamaktadır. Bu süreç ile üretilen elektrik enerjisinin şebekeye satışı yapılırken, katı yan ürün kompost tarımda kullanılmaya teşvik edilirken ve sıvı yan ürün atık su, gerekli şartlarda deşarj ediliyor.
ALMANYA’DA TÜRKİYE’NİN 100 KATI BİYOGAZ TESİSİ VAR
Ülkemizde anaerobik çürütme yapabilen, -özellikle ambalajlı ürünleri ambalajından ayırabilen- tesis sayısı yüksek ön yatırım maliyetleri ve kapasitenin boş kalması riskleri dolayısıyla 100’ü geçmiyor. Bu tesisler içerisinde de, marketten tüketicinin aldığı herhangi bir ambalajlı ürünün geri kazanımını yapabilecek mekanik altyapısı olan tesis sayısı ise maalesef iki elin parmakları kadar.
Benzer kilometrekare ve nüfusta olan Almanya’da 9000 civarında biyogaz tesisi aktif hizmet veriyor. Dolayısıyla Almanya’nın aksine ülkemizde farklı coğrafyalarda biyogaz alternatifinin bertarafa göre cazibeli hale gelmesi, hem atığı uzaktaki bir tesise taşıma maliyeti hem de boş kalan kapasiteler dolayısıyla tesislerin artan işletme maliyetleri nedeniyle oldukça zor hale geliyor.
Bu yönde faaliyet gösteren tesislerin, sabit ve işlenen atık miktarına bağlı değişken işletme maliyetleri ile ana gelir kalemi olan, devletin alım garantisi olan, kW başına ücretlendirme ile elektrik satışı ve atıkların tesiste işlenmesine dair talep edilen kabul bedellerinin dengeli olması gerekli. Bu dengeyi yakalayabilmek için ise hem tesislerin kapasite doluluklarının artırılması ile birim atık işleme maliyetlerinin hem de farklı coğrafyalara genişlemeler ile atığın daha kısa mesafe taşınmasıyla lojistik maliyetlerin azaltılması gerekmektedir.
Hem atığın kaynağına yakın yeni tesis yatırımlarına imkan sağlamak hem de birim maliyetleri düşürerek bu yöntemi cezbedici kılabilmek için, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, i) doğru ve yeterli devlet teşvikleri, ii) doğru atık yönetimine yönelik sınırlayıcı regülasyonlar ve iii) firmaların sürdürülebilirlik vizyonları kapsamında davranış değişiklikleri hayati önem arz ediyor.